5N+1K (Veya bir depresifin akıl yarılmaları)

Ne yazsa?

Ne kadar yorgun olduğunu yazsa mesela; durup bir nefes almanın nasıl bir his olduğunu unutacak kadar yorulduğunu. Sebebi belirsiz bir hayhuyun içine savrulurken, nasıl da kendinden (bile) kopup gittiğini. Bütün düşüncelerinin kesif bir sisin altında kalmışçasına belirsiz, ince çizgilerden ibaret kaldığını. İçini biraz olsun ferahlatacak duygularını ne zaman aramayı denese, hepsinin meşgule düştüğünü ama öfkesinin hep hattın diğer ucunda, en ufacık bir sinyali beklediğini…

Bu kadar yorgun ve bu kadar öfke dolu oluşunu engelleyemediği için kendine ne kadar kızdığını anlatsa mesela. İçine ekmeyi denediği tüm iyimserlik tohumlarının filizlenmeye bile fırsat bulamadan ezilip gitmesine engel olamadığını yazsa…

Tüm bunlara rağmen, tüm bu darmadağınıklığına rağmen, bir şekilde susmayı başardığını da yazsa ama.

Ne zaman yazsa?

Hemen şimdi mesela. Ya da yarın. Dün niye yazmamıştı ki zaten? İçinde, oradan oraya savrulan sözlerin dağınıklığından korkmayı bıraksa bir an evvel ve kelimelerine örgütlü mücadelenin gerekliliğini öğretebilse, bir aradayken ne kadar güzel olduklarını hatırlamalarını sağlasa. Hep yazsa, hiç susmasa…
Sesle beden bulmaya korkan kelimeleri, harflerle zırhlanıp ayrılsalar içinden. Ruhunda sıkışıp kalmış sözlerin ağırlığından böylece kurtulsa, hafiflese, rahatlasa…

Nerede yazsa?

Şuralarda bir yerlerde mesela. Sakin bir ağaç altında, Hakkından daha fazla gürültü çıkarmayan bir cafede,
(çünkü şamata da huzur kadar haktır ve herkesin arada bu hakkını kullanma hakkı saklıdır ve kazanılmış haklar geri alınamaz ancak haklar başka hakların sınırlarının ihlal aşamasına kadardır ve belki de tüm bunların yazarı şu anda sarhoştur mamafih akışın kontrol dışılığı sözlerin doğruluğunu bozmak zorunda değildir velakin bu bambaşka bir yazının konusu olabilir. Bitti. Şimdilik.)

ışık fukarası odasının bir köşesinde veya patronu her an çıkıp gelecek olmasına rağmen işyerinde; tam da mesainin orta yerinde.  Fiziki mekandan bağımsız olarak, ruhunun içinden geçen sesler korosuna teslim olduğu herhangi bir yerde oturup yazmaya başlasa. Ne yazdığını düşünmeyi bıraksa, neden ve ne zamandır yazmadığını düşünüp kendine kızmayı da bıraksa, nerede yazdığını da hiç umursamasa ve sadece yazsa. Kelimeler birbiri ardına eklenip cümleler oldukça, fersah fersah yol almış gezginin keyfini yaşasa…

Nasıl yazsa?

Bak işte burası önemli: Tüm yazdıkları gerçek olsa ve herkes uydurduğunu sansa. (Konuşmayı denediğinde de öyle sanmıyorlar mı zaten?) Veya bir kocaman kahramanlık hikayesi uydurup her yanını alabildiğine sahtekar renklerle boyasa; daha kendi ruhunu bataklıktan kurtarmayı başaramamış ne kadar nevrotik varsa, hepsi dünyayı kurtarma hayalleri içinde okusa yazdıklarını ve hepsi içlerindeki “süper!” gizli kahramanı keşfetmenin karşı konulmaz boşalmasını yaşasalar. Ömrünü bir hiçlik sarmalı içinde yaşayan bu “süper!” lerin hepsi, geldiklerin anlık zevkin doruğundayken ilk kez bir şeyler hisseder gibi olmalarının coşkusuyla, okuduklarının gerçek olduğuna inansalar. Tüm bu nafileliğin içinde bir kez daha ‘ya sabır!’ deyip yaşamak zorunda kaldığı için içi sıkılmasa.

Gereğinden fazla sahip olduğu gerçekçiliğinin kendisinin sorunu olduğu kabul etse, mevzuyu uzatmasa, ‘nasıl yazarsa yazsa’, ama mutlaka yazsa…

Kim yazsa?
Kim bilir…

BONUS: 6N+2K

Veya bir aklı karışığın lafı toparlama denemesi

İnsanoğlu böyledir: Matematiği sevmez ama hayatını basitleştirecek formüller bulabilmek adına matematiğe sığınmaya bayılır. (Hayatını basitleştirebileceğini sandığı her şeye bayılır aslında) Son tahlilde, her şeyin kesin ve tek ve değişmez  sonucunun olduğu varsayımsal bir dünyada ‘iki kere iki dört’ eder ve bu konudaki tüm tartışmalar beyhudedir. Hayat bazıları (çoğu) için düz bir çizgiden ibarettir ve sadece ‘A noktasından B noktasına giden’ tek bir sürücünün varacağı noktadır ilgilendikleri problemler. Kişisel havuzlarını dolduracak olası musluklar çoktan kapatılmış, mevzu çözülmüştür ne de olsa.

Heyhat, hayatın zıpçıktı iblislerinden kurtulmak o kadar da kolay değil! Tek hapla ruhun aydınlığa kavuştuğu, iki seansta istenmeyen tüylerden kurtulunduğu, tek bir raylı sistem ile kıtalararası yolculuk yapıldığı ve çağın tüm PR ustalarının ‘aman da her şeyin artık ne kadar kolay olduğunu’ anlattığı bir yaşamda, ademoğlu da her denklemi önceden bellediği formüllerle çözebileceğini varsayar elbet.

Velakin, çok fena yanılır. Hem de çok fena. Hayat her meseleyi önceden öğrendiği ‘kesin’ bilgilerle çözebileceğine inananlara ‘nanik’ yapmayı çok sever. Denklemler bilinen tüm çözüm formüllerini altüst edecek kadar uzayıp giderken insanoğlu çaresizce sorar kendine: Nereden düştüm buraya? Kime uydum, kimden öğrendiğimi tartışmasız doğru belledim de geldim bu noktaya?

Soruların cevabı kişiye göre değişse de çözüm yolu değişmez: Hayat denen muammada, bazı soruların cevabının kimde gizli olduğunun bilinemeyeceği  kabullenilir.

Ve yola devam edilir.

Yazılsa da, yazılmasa da…

2 yorum: