Zihinsel evrim çok tuhaf.
Kendini didiklemeye teşne insan evladı hayatında en az bir kez duygusal yamulma noktasına varıyor. Eminim psikoloji uzmanları bu yaşananlara 'yamulma'dan daha havalı bir fiil bulacaktır, gel gör ki bir hayli zaman önce modern psikiyatriye olan inancı yerle bir olmuş bu bünye kişisel deneyimlerini afili ancak kendisine ait olmayan tabirlere sıkıştırmaktansa tepe tepe kullanabileceği amiyane ifadeleri tercih ediyor.
Kişinin kendi benliğinden üçüncü şahıs gibi bahsetmesinin de nevroz listesinde bir adı vardır mesela ama ben bilmiyorum mesela. Neyse, bir oto-itiraf yazısını insan bilim
tartışmasına çevirmenin alemi yok, esas meseleye geçiyorum.
*
Çok ama çoook uzun yıllar stabil bir kötümser olarak yaşıyorsun. Her şeyi kötü yanından görmek çok konforlu bir şey zira bir şeyleri elde edemeyeceğini düşünmek kaybın acısı gibi bir ihtimali ortadan kaldırıyor. Hasbelkader bir şeyler yolunda gitti diyelim, o zaman da eline geçen küçücük şeyler bile kişisel zaferler halini alıyor. Keyifleniyorsun böyle durumlarda ama allahtan kötümsersin ve bu keyif hali çabuk geçiyor. Çünkü biliyorsun ki bir "tesadüfi" iyilik genel olarak işlerin ters gittiği gerçeğini değiştirmez. Çünkü yıllar önce deklare ettiğin ve her fırsatta tekrar ettiğin motton her an aklında dönüyor:
"Boşa umutlanmaktansa tamamen umutsuz olmak her daim daha konforludur."
"Boşa umutlanmaktansa tamamen umutsuz olmak her daim daha konforludur."
Ne kadar da zekice değil mi?!
Fakat sonra bir zaman geliyor. Ne zaman ve ne şekilde geldiği önemli değil, herkesin kendi travma dozuna göre bir şeyler geliyor işte... Şahsi hikayeler farklı ama sonuç hep aynı: Bir şeyler seni saklandığın kötümserlik kabuğundan çıkmaya zorluyor.
İşte ne oluyorsa ondan sonra oluyor. Manasızca daha duygusal oluyorsun mesela. Manasızca bir şeylerden mutlu olmaya başlıyorsun. Mutlu olma virüsü bir anda tüm benliğini sarıyor, daha fazlasını istemeye başlıyorsun. İçinde bir iyimserlik çiçeği tomurcuk patlatıyor ve hızla, rengarenk açmaya başlıyor. Renklerine hayran olup onun yetişmesini izlemeye başlıyorsun. Kötümserlikle örülmüş kabuğun hızla eriyor, hayatın karşısında her an daha çıplak kalıyorsun. Artık dışarıdan gelecek her darbeye daha açıksın ama manasızca kendini daha güçlü hissetmeye başlıyorsun. Dünyanın renkleri belirginleşiyor, her şey daha bir 'gerçek' oluyor sanki... Seni o zamana tanıyanlar dengesiz davrandığını düşünmeye başlıyor ki bir yere kadar haklılar da: Kötümserliği durağanlığından iyimserliğin gitgellerine gark oluyorsun çünkü. İçindeki duygu barometresinin ibresi çılgınca bir sağa, bir sola yatıp durmaya başlıyor. Kötümserlik arada kendini hatırlatır gibi olduğunda alışkın olmadığın biçimde sarsılıyorsun ama içindeki iktidarı çoktan sona ermiş: Olumsuza temayül ne zaman bir 'karşı devrim' atağına geçecek olsa, iyimserlik imdadına yetişiveriyor.
İşte böyle bir oraya bir buraya savrulup duruyorsun kendi içinde. Lafı niye uzatıyoruz yahu, basbayağı dengesizin teki oluyorsun! Ama buna rağmen hayattan keyif almaya başlamışsın bir kere, kötümserlik dikenli konforuna ne kadar davet etse de oralı olmuyorsun, olamıyorsun.
Belki de deliliktir bu. Belki de delirmek budur. Belki de bu hayatın en güzel özgürlüğü delirmektir, kimbilir!
Sonsöz: İşbu yazı tüm stabilizasyon manyağı psikoloji profesyonellerine adanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder