Bazen düşünüyorum; gerçekten stresin yoğun olarak insanoğlunu etkilediği bir dönemde mi yaşıyoruz, yoksa yalnızca stres üzerine muhtelif ürün, yaşam tarzı vs. pazarlamaya çalışan ticari çark bizi stres altında olduğumuza ikna etmeye mi çalışıyor diye... Bunu stres bozukluğu teşhisi üzerine kendi rızası ile profesyonel yardım almış biri olarak soruyorum hem de: hakikaten sandığımız kadar kötü durumda mıyız?
Sağımız solumuz bize ne kadar beter bir hayatın içine düştüğümüzü anlatan kitaplar, reklam afişleri, broşürler ile dolu ne zamandır. Mesela benim yol boyunca tek bir ağacın bile olmadığı sokağıma inerken köşede her yanı metal çerçeve ile kaplı bir eczane var; o sevimsiz metal çerçevelerinin sokağa bakan yönünde 'sağlıklı yaşam adına doğayla bütünleşme'yi salık veren bir-tür-ilacımsının reklam afişi yer alıyor boydan boya. Söylememe gerek var mı bilmem, işbu reklam pazarlanan ürünün doğal hayatı tek yutumluk tabletler halinde kutulayıp sattıklarını ima etmeye çalışıyor. (Ama allah için, sayelerinde afiş grafiği olarak bile olsa sokakta yeşil tonları görüyor gözümüz.)
Tamam, ben çocukluğunu yemyeşil bir kasabada geçirmiş şanslılardan olduğum için belki, şehir hayatının bu betonarme sahtekarlığı gözüme daha bir batıyor. İnsanların yolda bir işle meşgûl olan birini gördüklerinde, tanıyıp tanımadıklarına aldırmaksızın 'kolay gelsin' demesini olağan sayan 'tuhaf'lardanım ben. Sabahları öğrencileri okula taşıyacak servis minibüslerinin homurtusuyla değil, horoz sesiyle güne açılmaya aşina kulaklarım. Ama yine de, içinde yaşadığımız kentlerin olanca hızıyla bizi doğalımızdan en uzağa fırlatırken bir yandan, öte yandan sırf bu betona sıkışıp kaldığımız için strese battığımızı söyleyip tedaviler önermesi çelişki değil de nedir? Hadi şehrin kalan son yeşilliğini tepeden gören, 'göğü en çok delen gökdelen' olmakla övünen rezidansınızın yirmi birinci katında, doktorunuzun tavsiyesi hayatınıza 'strese karşı metabolizma güçlendirici' vitamin takviyesini iki yudum suyla vücudunuza yollarken bunu da bir düşünün bakalım.
*
Bu kadar lafı, hepi topu iki liralık bir tür sünger top için sıraladığımı söylemem sizi şaşırtacaktır sanıyorum. Ancak okumaya devam ederseniz anlayacaksınız ki, bu minicik topun bana böylesine ukalalık ilhamı vermesi hiç de şaşılacak bir şey değil.
Şimdi, ben bu topu Kadıköy'ün pek de popüler olmayan bir kırtasiyesinin önünden geçerken gördüm. Hani ellerinden çıkarmak istedikleri ürünleri bir sepetin içine koyup kapıda pazarlıyorlar ya, işte bu da onlardan. Bu sıkmalık portakal boyundaki top 'stres topu' adıyla hayatımıza giren 'sık-bırak-rahatla' gibi oldukça basit bir mantık düzeninden yola çıkmış modern zaman oyuncaklarından biri. Artık anahtarlıkları bile çıkmışken, niçin üzerine bu kadar yazı döktürdüğünü soracak olursanız; eh artık sadede gelme vakti geldi sanırım, bu portakal kadar oyuncağın üzerinde paralel ve meridyenlerine kadar bir yerküre resmedilmiş durumda. Yani şöyle anlatayım, iki liralık dünyanızı sıkıp-bırakarak rahatlamayı vaad ediyor size!
Normalde başlı başına 'stres yumağı' bir karakterde olmama rağmen, stres giderdiği iddia edilen oyuncaklara pek itibar etmem. Ancak benim gibi, stresinizin esas nedeninin giderek özünden koparılarak yok edilen bir dünyada yaşamak zorunda kalmak olduğuna inanıyorsanız, daha fazla kar uğruna dünyanın sıkıp suyunu çıkaran ticari zihniyetin, size stres attırmak için dünyayı mıncıklama fırsatı vermesini de çok fena kafaya takıyorsunuz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder